Hayvancılık yapılan işletmelerde biyogüvenlik koruyucu hekimliğin de üzerinde, büyük bir öneme sahip olup, geniş bir çerçeveyi kapsar.

İşletmelerin kuruluşunda biyogüvenlik ile ilgili her türlü önlemin alınmış olması şarttır. Kuruluş ve inşaat aşamasından sonra da, işletme döneminde, her konuya biyogüvenlik bilinci ile yaklaşılmalıdır. Demek ki; önce biyogüvenlik.

Biyogüvenlik işletmenin sürdürebilirliği, kazancı için de büyük önem taşır. Maliyetlerin düşürülmesi, verimi kısıtlayıcı faktörlerin önlenmesi biyogüvenlik ile mümkündür.

Hayvanlara zarar verebilecek olan bakteri, virus, protozoa gibi etkenlerin işletmeden uzak tutulması biyogüvenlik uygulamaları ile mümkün olur.  Biyogüvenliğin temeli ‘’maruz kalmayı’’ önlemektir.

Öncelikle bir çevre çiti yapılmalıdır. Yabani hayvanların, komşu işletmelerdeki hayvanların ve insanların işletmeye girişleri kontrol altında olmalıdır. Çiftlik girişinde bir dezenfeksiyon çukuru bulunmalı ya da bu görevi gören bir sistem olmalıdır. Çiftliğe gelen her araç bu düzenekten geçmelidir.

Çalışanların ve ziyaretçilerin girişleri de kontrollü olmalıdır. Dezenfeksiyon, galoş vs..

 Çiftliğe sonradan giren hayvanlar mevcut sürüye karıştırılmamalı, işletmede mutlaka bir karantina bölümü bulunmalıdır. Kuluçka dönemindeki hastalıklar henüz klinik belirti göstermezler. Fakat bir süre sonra kötü bir durumla karşılaşabiliriz. O zaman iş işten geçmiş olur.

Karantina bölümünde hayvan varsa, o günlerde çalışanların ve ekipmanların da ayrı olması gerekir. Çünkü; klinik belirti göstermeyen karantinadaki hayvanlar aslında hastalığı saçmaktadır.

ABD ve Avrupa’da işletmeye sonradan girecek olan hayvanlar önce teste tabii tutulurlar. Bizim ülkemizde ne yazık ki; Bruselloz ve Tüberküloz (verem) yaygındır. Buna rağmen biz onlar kadar dikkatli değiliz. Üstelik bu hastalıklar Zoonoz, yani hayvanlardan insanlara bulaşabilen hastalıklardır.

ABD ve Avrupa’da Staphylococcus aureus ile ilgili test yapmadan içeriye hayvan almıyorlar. Bu konu böyle önemli. Biz de işletmelerimize paramızla dert almasak çok iyi olacak.

Hayvancılık işletmelerinden kuş, sinek ve kemiricileri uzak tutmalıyız. Bunlar hastalık taşıyıcısı olabilirler.

Araçların, çalışanların, ziyaretçilerin, binaların, tüm yapıların temizlik ve dezenfeksiyonu biyogüvenlik’tir. Özellikle çizmeler, ayakkabılar hastalık etkeni taşıyabilirler. Gübrelerin, atıkların özellikle de atık suyun bertaraf edilmesi biyogüvenlik’tir. Kronik hastaların, taşıyıcı halindeki hayvanların tespiti ve sürüden çıkarılması biyogüvenlik’tir. Periyodik test yapılması şarttır.

Bazı hastalıkların önlenmesi için ağız sütünün pastörizasyonu önemlidir. (Örneğin; John Hastalığı = Paratüberküloz).

Çok önemli bir biyogüvenlik önlemi de ölen hayvanların uygun şekilde bertaraf edilmesidir.

Bu konuda kamu otoritesinin işletmelere yardımcı olması gerekir. Yerel yönetimler, tarım örgütü veya görevlendirilmiş kuruluşlar hayvan leşlerini ihbar üzerine yerinden alıp, uygun şekilde imha etmelidirler.

Hastalıkların yayılmasının engellenmesi, sağlıklı hayvanların hastalık yapıcı her türlü etkene maruz kalmalarının önlenmesi, bu yönde proaktif (önleyici) bir bakış açısıyla çalışılması biyogüvenliğin başlıca ilkesidir.

Tarım Bakanlığının ülkesel boyutta resmi talimatlarına kesinlikle uyulmalıdır. Fakat, ayrıca her işletmenin yazılı bir biyogüvenlik talimatı olmalı, standart olarak (SOP) belirlenenler mutlaka uygulanmalıdır.

ABD ve Avrupa’da biyogüvenlik ile ilgili bilgisayar programları ve kitaplar satılmakta, hatta bazı ülkelerde Tarım Bakanlığı ya da üniversiteler tarafından program veya kitapçıklar ücretsiz olarak üreticilere verilmektedir.

Her alanda olduğu gibi biyogüvenlikte de eğitim şarttır. Eğitim ve kontrol, hayvan sağlığı, insan sağlığı ve dolayısıyla toplum sağlığı için kesinlikle birlikte sürdürülmelidir.