Ülkemizde kırmızı et üretimi ile süt sığırcılığı yakından ilgilidir. Hatta tamamen birbirine bağlıdır.

Süt sığırcılığında yaşanan krizler, işletmelerde yaşanan kayıplar besiciliği doğrudan etkilemektedir.

Kırmızı et fiyatları giderek artıyor. Besiciliğin iki önemli girdisi var. Biri dana, diğeri yem. Tabii ki başka girdiler de söz konusu ama bu ikisi başlıca girdiler. Son zamanlarda et fiyatları yem fiyatlarının artışıyla bile açıklanamayacak kadar hızlı oldu. Sebep diğer girdi olan dana fiyatları.

Besiye alınan danaların fiyatı yüksek rakamlara ulaşınca ve hatta uygun dana bulamayınca ithalata mecbur kaldık.

Besisi biten ve hayvanlarını kestiren besiciler işletmelerini tekrar doldurmakta zorluk çekiyorlar.

Sorunların arkasında süt sığırı işletmelerinde yaşanan zorluklar var. Kriz dönemlerinde eksik ve hatalı besleme, ne yazık ki, artıyor. Diğer yandan, tasarruf etme niyetiyle bazı ihtiyaçlar yerine getirilemiyor. Katkılar, aşılar, antiserumlar v.s ihmal ediliyor. Sonuçta döl tutmama ve buzağı ölümleri ile ilgili kayıplar oluyor. Döl verimi sorunları ve canlı doğan buzağıların kayıpları iki yönlü etki gösteriyor. Zaten zor koşullara direnmeye çalışan üreticiler bir de bu kayıplarla karşılaştıklarında işletmelerin “sürdürülebilirlikleri” sekteye uğruyor. İleri durumlarda ise böyle sorunlarla başedemeyen işletmeler ineklerini kestirmek, inek sayılarını azaltmak hatta sektörden tamamen çıkmak zorunda kalıyorlar.

İki yönlü etki olduğunu söylemiştik. Birincisi süt sığırcılığı işletmelerinin yaşadığı sorunlar. İkincisi ise bu sorunlardan dolayı besicilerin yeterince dana bulamaması. Yani “dana kıtlığı”. Sonuç; pahalıya temin edilen danalarla pahalıya mal olan kırmızı et.

Tamam, o zaman bizde dana ithal ederiz. Daha da ötesi kesime hazır dana ya da karkas ve et ithal ederiz.

Ama bu ithalatlar avro veya dolar ile yapıldığı için tüketicinin kasaptan aldığı et ucuzlamıyor.

Bunun başka bir sakıncasını da yaşıyoruz. Besici iyi bir besi yapsa, iyi bir fiyatla besisi bitmiş danayı satabilse bile damını tekrar dolduramadığı için işletme küçülüyor veya, daha kötüsü, besici bu işten tamamen vazgeçiyor.

İşte et ve süt üretimimizdeki zincirleme kaza.

Öncelikle süt sığırcılığının sorunları çözülmeli. İkinci hamlede ise besiciliğin süt sığırcılığı ile olan yakın bağının biraz olsun gevşetilmesi sağlanmalı.

Süt sığırcılığının dövize bağlı girdiler yüzünden yaşadığı sorunlar beni aşar. Fakat hayvancılık sadece otla, yemle yapılmaz. Bilgiye de ihtiyaç vardır. Bilgisizlikten dolayı yaşanan döl, buzağı, canlı materyal ve süt kayıpları önlenebilir.

Döl tutmama sebepleri asgari düzeye indirilebilir. Buzağı ölümleri ve çeşitli sebeplerden kayıplar da azaltılabilir. Bunlar bildiğimiz, çaresi olan dertlerdir.

Döl verimindeki sorunlar ve buzağı kayıpları önlendiğinde besicilerimizin daha çok dana temin edebilme olanakları artacaktır.

İkinci atılım ise besiciliğin tamamen süt sığırcılığından gelen materyale bağımlılığının, hiç olmazsa, %80 düzeyine indirilmesidir. Yani başka bir deyimle, %20’lik bir oranda başka yollardan besilik dana üretimi yapabilmeliyiz.

Bunun yolu da ABD’de yoğun biçimde uygulanan “Cow and Calf” yani “inek-buzağı” işletmelerinin kurulmasıdır.

Bu sistemi uzun zamandır anlatmaya çalışıyorum. Ancak yeterince yönlendirici teşviklerle yol gösterilmediği için bu sistem uygulamaya giremedi. Halbuki ABD’deki binlerce başlık feed-lotlar (besi yerleri) bu sistem ile doluyor. Boşalıyor tekrar doldurulabiliyor. Çünkü kurulmuş olan bir “tedarik zinciri” var. İnek-buzağı sistemi kurulabilirse süt sığırcılığı işletmelerine aşırı bağımlılık bir nebze azalabilir. Diğer yandan etçi ırklar ve etçi ırkların F1 melezleri (birinci melez) sayesinde daha çok et üretebiliriz. Ayrıca kemik/et oranı düşer. Besicilik et üretimi yönünden ağırlık kazanır. Kemik değil, et üretiriz. Yemden yararlanma oranı artar. Özet olarak ithal ettiğimiz danaları ülkemizde üretmeye başlarız.

İhtiyaç olan bilgi ve biraz da yönlendirici teşviklerdir.