Avrupa Birliğine girmeye aday olduğumuz bugünlerde, henüz girmesek bile artık AB müktesebatını takip eder durumdayız. Giderek her geçen gün daha çok uyum sağlamamız gerekecek. Öyleyse sektörümüze yönelik gelişmelerin neler olacağını bilmekte yarar var.

Avrupa Birliği süt kalitesine önem veren bir topluluk. Çiğ sütte somatik hücrenin üst sınırı ikiyüzbin olacaktır. Hatta zaman içerisinde bunun da altına çekilecektir. Sütün somatik hücre sayısı memeden çıkmadan önceki sağlığını gösterir. Gizli meme yangılarında vücudun savunma sisteminin meme dokusundaki savaşını gösteren somatik hücre sayısını azaltmanın yolu tamamen koruyucu hekimlik hizmetlerinden geçmektedir. Somatik hücreler mastitisle mücadelede vücudun yitirdiği akyuvarlar ve bir kısım epitel hücreleridir. Staphylococcus aureus başta olmak üzere meme dokusuna yerleşen mikroorganizmalar somatik hücrelerin artmasına sebep olurlar.

Sağım kurallarına dikkat etmek, aşılama yapmak, temizlik ve hijyen ile ilgili önlemler, yemlere meme dokusunu dayanıklı kılacak maddeler katmak somatik hücre sayısının azalmasını sağlayacaktır. Somatik hücresi yüksek sütleri süt işleyen fabrikalar satın almayacaklardır. Somatik hücresi ve toplam bakterisi yüksek çiğ sütlerden iyi ürünler elde edilemeyeceği gayet açıktır. Zaten gıda kodeksi de bu yönde hazırlanmıştır.

Avrupa Topluluğunda dikkat edilecek ikinci husus toplam bakteri sayısıdır. Sütün meme dışına çıktıktan sonraki temizliğini gösteren toplam bakteri sayısı ml’de 10 bin’in üzerinde olmamalıdır. Ülkemizde var olan durumda bu miktar çok yüksektir. Süt işleyen üniteler toplam bakteri ve somatik hücre sayılarına göre, son yıllarda, prim-ceza sistemi uygulanmaktadır. Hükümet de bu yönde özendirici kararlar almış olup, destekleme ve düşük faizli krediler ortaya koymuştur. Toplam bakteri, sağım esnasında ve sağım kaplarından bulaşan mikroorganizmalarla artar. Süt mikroorganizmalar için iyi bir besi ortamı olduğundan derhal çoğalma başlar.

Eğer sütü en kısa sürede soğutamazsak toplam bakteri sayısı giderek yükselir. Bu durumda yapılması gereken yine, uygun sağım teknikleri, sağımcıların eldiven takması, sağım kovalarının veya kaplarının temiz olması, sağımı takiben sütün bir soğutucu üniteye alınmasıdır. Küçük işletmelerde az miktardaki sütlerin güğümlerde toplanması, daha sonra bu güğümlerin daha büyük kaplara nakledilmesi toplam bakteri sayısının artmasına sebep olur. Toplam bakterisi yüksek sütler, daha sonra sterilize bile edilseler, sütün kalitesinin düşmesine engel olunamaz. Mikroorganizmalar da diğer canlılar gibi beslenirler ve bir takım artıklar çıkarırlar. Bu artıklar sütün içerisinde kalırlar. Ayrıca bakteriler beslenirken sütün yapıtaşlarının azalmasına sebep olurlar. İşte bu yüzden sterilize dahi edilse, toplam bakterisi yüksek süt artık kalitesiz süttür.

Avrupa Birliğinin bizden isteyeceği başka bir konu kayıt sistemidir. Ülkemizde 10 milyon ton süt olduğu varsayılmakla birlikte bunun % 70’i kayda tabi değildir. Kayıtlı sütün, yani çiftliklerden süt işleme ünitelerine satılarak değerlendirilen sütün 3 milyon ton civarında olduğu bilinmektedir.

Diğer 7 milyon tonluk sütün kayıt içerisine alınması için hükümet özendirici önlemler almıştır. Ancak bu konu ileride sıkı disiplin önlemleri halinde önümüze çıkacaktır. Eğer kayıt altındaki süt miktarı 3 milyon tonda kalırsa Avrupa bizim süt ihtiyacımızın karşılanmadığına karar verecek ve beslenmemizin dengeli olması için daha çok süt üreten Avrupa ülkelerinin bize süt ihraç etmesini ve bizim de bunu almamızı isteyecektir. Durumun başka bir boyutuna bakarsak; Avrupalı tüketici her zaman tükettiği gıdanın nereden geldiğini, geriye giderek, bilmek istemektedir. Bu da bir tüketici hakkıdır. Bütün bunlara bakarak sütünü temiz sağan, hijyenik tedbirlere dikkat eden, sütünü bir üniteye kayıtlı olarak satan, sütünü derhal soğutan işletmeler ayakta kalacak, diğerleri ya bu koşullara uymak gayretinde olacak ya da bu işten çekileceklerdir. Böylece sokak sütü de giderek ortadan kalkmaya mahkum olacaktır.

Gelelim süt sığırlarımızın genel sağlığına. Ülkemizde ne yazık ki bruselloz ve tüberküloz hastalıkları vardır. Bizdeki gayretlerle ve belki de Avrupa Birliğinin de yardımlarıyla bu iki işletme hastalığından kurtulmamız gerekir. Her iki hastalığın da Zoonoz, yani hayvanlardan insanlara geçebilecek hastalıklar olduğu göz önüne alındığında durumun ne kadar vahim olduğu ortaya çıkar.

Bu enfeksiyonlar sürüde yayılabilme yeteneğinde olduklarından teşhisinde ve ortadan kaldırılmasında uyanık davranmak yerinde olacaktır.

Avrupa Topluluğu ile birlikte dikkat göstermemiz gereken diğer bir konu kalıntılardır. Özellikle antibiyotik kalıntıları konusunda izleme programları oluşturulmuştur. Ancak bunların pratiğe aktarılması henüz tam olarak gerçekleşmemiştir. Antibiyotiklerin vücuttan arınmaları belli bir zaman alır. Antibiyotiklerin sütten ve etten arınma süreleri prospektüslerinde yazar. Doğal olarak çeşitli şekilde hayvansal varlığımızı tehdit eden enfeksiyon durumlarında antibiyotik kullanımı kaçınılmazdır. Ancak; tüketime sunulacak süt ve etin kalıntılardan uzak olması için arınma sürelerine uyulması şarttır. Diğer bir önlem antibiyotik kullanımını azaltma yollarıdır. Bunların başında, aşısı olan hastalıklar için, aşılama yapmak gelir. Yine bakım ?besleme, barınak koşullarının iyileştirilmesi, öngörülen diğer koruyucu hekimlik yöntemleri kullanılarak antibiyotik kullanmayı gerektirmeyecek şekilde hareket edilebilir. Böylece hem işletmenin kazancı artar, hem de tüketici kalıntılardan korunmuş olur. Antibiyotik kullanımını azaltacak başka bir yöntem antibiyotik gibi işler görecek doğal maddelerin kullanımıdır. Çoğunlukla esanslı yağlar ve diğer şifalı bitkilerden oluşan maddelerle hayvanlar dirençli hale gelirler. Esanslı yağlar belli konsantrasyonlarda vücutta antibiyotik gibi görev görerek mikroorganizmaları durdururlar. Çemen otu, enginar yaprağı, ginseng gibi şifalı bitkiler kullanılarak antibiyotik kullanımı minimuma indirilir. Esanslı yağlar dediğimiz kekik yağı, nane yağı, biberiye yağı, karanfil yağı, tarçın yağı ve benzerlerinden elde edilen karışımlar belli oranlarda yemlere katıldığında mikroorganizmalar kontrol altına alınacak, doğal ve tamamen organik bir yaklaşımla antibiyotik kullanılması azalacaktır. Antibiyotik kullanımını azaltacak bir başka yöntem de mayalardan elde edilen tamamen doğal Mannanoligosakkaritler (MOS) dir. Mannanoligosakkaritler zararlı mikroorganizmaların bağırsaklara tutunup çoğalmasını önledikleri gibi, vücudun bağışıklık sistemini de uyararak antibiyotik kullanımını azaltırlar.

Bu doğal ? organik karışımlar ve mineral katkı maddeleri aynı zamanda sağım sonrası meme başındaki koruyucu tıkacın oluşmasını sağlayacağından ve meme içi koruyucu mekanizmaları aktive edeceğinden daha az somatik hücre sonucunu doğuracak, o yönden de yararlı olacaktır.

Antibiyotik kalıntılarının kontrolü için Avrupa Birliğinin alacağı önlemlerden belki de en radikali antibiyotik satışlarının bir düzene oturtulması olacaktır. Herkes istediği miktarda, istediği antibiyotikleri alamayacak şekilde bir düzenleme yapılması gündeme gelecektir.

Bu konuda iki ayrı senaryo akla gelebilir. Birincisi; antibiyotikler diğer ilaçlardan ayrı olarak değerlendirilerek, sadece veteriner hekim reçetesiyle eczanelerde satılabilir. Eczacı reçetesiz antibiyotik veremez. Reçeteyi yazan veteriner hekim antibiyotiğin kullanımı ve rezidüleri hakkında hayvan sahibine bilgi vermekle yükümlü olur.

İkincisi; belli bölgelerde antibiyotik satış yetkileri verilen veteriner hekimler bu hak ve yetkiyi sorumlulukla birlikte taşıma görevini yüklenirler. Antibiyotiği veren veya satan veteriner hekim kullanımdan ve rezidülerden doğrudan doğruya sorumlu tutulur. A.B ülkelerinde benzeri uygulamaları olan “antibiyotik kullanımının düzene konulması” hakkındaki önerilerin önümüzdeki yıllarda ülkemizden isteneceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Not: Mart 2005 / Dairy Today Dergisi Staph.aureus’lu sütler pastörize veya sterilize edilseler bile toksinleri sütte kalır ve insanlarda gıda zehirlenmesi yapar. Ani kramp, kusma ve hatta toksik şok’a sebep olabilir. Somatik hücre sayısını düşürmek yıllar alabilir. Çünkü alışkanlıkları değiştirmek gerekmektedir. Yapılan çalışmalarda somatik hücre ile antibiyotik rezidüleri arasındaki ilişki araştırılmış ve 400.000’in üzerindeki somatik hücre sayısının antibiyotik rezidüsü bulunma ihtimalini 2-7 kat arttırdığı ortaya konulmuştur.