Bu yazımın konusu “antibiyotik direnci”. Yıllar içerisinde çok kullanılan antibiyotiklere karşı mikropların direnç geliştirdiğini gören bilim insanları, artık antibiyotiklerle gelişmeleri durdurulamayan ya da öldürülemeyen bakterilere “super bug = süper mikrop” adını takmışlar.

Bu konuda hayvan ve insan hekimliğinde büyük bir tedirginlik var. Dünya’da ve ülkemizde uyarıcı yazılar yazılıyor. Yayınlar yapılıyor.

Bilindiği gibi 18 Kasım “Antibiyotik Direnci Farkındalık Günü” olarak ilan edildi. Türk Veteriner Hekimler Birliği, Veteriner Farmakoloji ve Toksikoloji Derneğinin birlikte hazırladıkları 21 Nisan 2012 tarihinde yayınlanan uyarılarla dolu bir kitapçığı var.

WHO (Dünya Sağlık Örgütü)nün One Health (Tek Sağlık Platformu), NOAH (National Office of Animal Health – UK = Birleşik Krallık Ulusal Hayvan Sağlık Ofisi), AVMA = Amerikan Veteriner Hekimler Birliği, EMA= Avrupa İlaç Ajansı antibiyotik direnci konusunda çok sayıda makale yayınlayarak durumun ciddiyetini anlatmaya çalışmaktadırlar. Her ülkenin bu konuda uyarıcı yayınları söz konusu. Ancak; sahada bu yayınların etkisi pek görülmüyor.

Ben antibiyotik direnci konusunu yıllar önce ciddi bir şekilde yapılan ozon tabakası, karbon emisyonu ve iklim değişikliği uyarılarına kulak verilmediğine benzetiyorum. Halbuki şimdi, herkesin bildiği gibi, durum endişe verici hale gelmiştir.

Sahada henüz durumun ciddiyeti anlaşılamamış olduğundan hayvan sağlığı, hayvan refahı, insan sağlığı, gıda güvenliği konuları tehlike altındadır. Tabii büyük ekonomik kayıplar da söz konusudur. Kısacası; antibiyotik direnci fena halde üzerimize geliyor. Çiftlik hayvanlarında antibiyotik direnci sorununun üzerinde durmalı, farkındalığı arttırmalıyız.

EMA’nın (Avrupa İlaç Ajansı) uyarısında belirttiği şekilde ihtiyatlı kullanım (sağduyulu kullanım, bilinçli kullanım) şarttır. Bilim insanlarının saptadığı konular bunun şart olduğunu ortaya koyuyor. Çok tehlikeli bakteriler super bug (süper mikrop) olma yolundadır.

Bilim insanlarının saptadıkları gerçeklere göre; Staphylococcus aureus (Sa), Salmonella, E.coli, Mycoplasma bovis, Histophilus somni, Campylobacter jejuni, aureus olmayan Staphylococ’lar ( koagülaz negatif , CNS, KNS ) , klebsiellalar, Streptococcus agalactiae, Mannheimia haemolytica ve Pasteurella multocida gibi bakteriler kendilerini koruyacak şekilde direnç kazanmışlardır.

Bakteriler resistan (dirençli) gen oluşturma yeteneği, biofilm oluşumu ile kendilerini korumaktalar. Genetik olarak Integrative and Conjugative Elements (ICE’s) geliştiren mikroorganizmalar direnç mekanizmaları ile antibiyotiklerin öldürücü güçlerine karşı gelmektedirler. Ayrıca enzimleriyle ilaçları inaktive etme (etkisiz hale getirme) gibi bir yetenekleri de ortaya çıkmıştır.

Özetle; bakteriler kendilerini savunabilecekleri şekilde “silahlanarak” antibiyotiklerin etkilerini savuşturabilecek haldedirler.

Bizler kendimizi ve hayvanlarımızı korumak, kurtarmak için neler yapabiliriz; önlemler 2 yönde değerlendirilmelidir.

İlk önlem serisi; antibiyotiklere daha az ihtiyaç duyulmasını sağlamaktır. Antibiyotiklerde yeni moleküller 90’lı yıllarda hızla devreye sokulmuş olmasına karşın 2005 yılından beri yeni moleküllerin bulunma hızı durmuştur. Artık 90’lı yıllarda bulunan yeni moleküller gibi “mikrop kırıcı” moleküller bulunamamaktadır. Böyle giderse insan ve hayvanlarda tedaviler zorlaşacak ya da olanaksız hale gelecektir. Hastalıkların yayılması ve şiddeti artacaktır. O yüzden farkındalık ve bilgi eksikliklerimizi gidermek zorundayız.

Antibiyotiklerin yanlış kullanımlarına engel olmalıyız. Sahada antibiyotikler hatalı dozda, hatalı zaman diliminde ve yanlış zaman aralığında kullanılmaktadır. Antibiyotiklerin yeterli doz, yeterli gün ve yeterli sıklıkta kullanılmaları şarttır.

Antibiyotikler mutlaka teşhis ile kullanılmalı, antibiyotik duyarlılık testine göre uygulama yapılmalıdır. Antibiyotiklerin sadece tedavi amacıyla ve endikasyonu olduğu durumlarda kullanımları gerektiği anlatılmalıdır. Kullanım yeri (endikasyonu) olmadığı halde antibiyotik uygulanması yaygın bir sorundur. Ayrıca hedef gözetmeden antibiyotik kullanımı sorun olmaya devam etmektedir (gram negatif, gram pozitif, mikoplazmalar, virüsler). Bu arada bilim insanlarının bir önerisi de var. Bazı antibiyotiklerin insan hekimliği için rezerve edilmesini öneriyorlar.

Antibiyotik kullanımına daha az ihtiyaç duymak için yapılabilecekleri, biyogüvenlik, hijyen, koruyucu hekimlik, havalandırmalı barınaklar, doğru barınak yapıları, kalabalık ve sıkışık ortamlardan uzak durmak, kuru ve temiz ilkesi, aşılama, doğru besleme, gerekli zamanda gerekli gerekli desteklerin verilmesi, antiserumlar, antiserumların koruyucu hekimlikte olduğu kadar tedavi edici olarak da kullanılması, stres yönetimi, kuru dönem hastalıklarının önlenmesi, kronikleşmiş vakaların tespiti ve sürüden çıkarılmaları akla gelen tedbirlerdir.

Zaten bu sayılanlar sağlık kadar verimlilik ile de ilgili yapılması gerekenlerdir. Sürü yönetiminin tüm kuralları eksiksiz olarak yerine getirilmelidir.

Önlemlerin 2 yönde geliştirilebileceğinden söz etmiştik. Birinci listeyi yaptık. Gelelim ikinci listeye.

İkincisi ise antibiyotiğe alternatif ürünlerin geliştirilip yaşama geçirilmesidir. Bilim insanları bu konuda araştırmalarını sürdürüyorlar. Probiotikler, bakteriosinler, sitokin, bakteriofajlar, nanopartiküller, rekombinant mukolitik protein (lysostaphin), Homeopatik ürünler araştırılan ve başarı şansı görülen konulardır. Örneğin; bakteriosinlerin biofilm üretimi konusunda mikroplara engel olabilecekleri ortaya konulmuştur.

Diğer yandan bilim insanları antibiyotiksiz tedavi alternatifleri üzerinde çalışmayı sürdürmektedirler. Şiddetli olmayan, özellikle orta şiddetteki akut mastitis vakalarında oksitosin yardımıyla sık sağım (günde 5-6 kez sütü indirmek) ve kortizon olmayan yangı giderici ilaçlar (NSAID’s) kullanmak suretiyle iyi sonuçlar aldıklarını bildirmişlerdir.

Eğer böyle giderse, antibiyotikleri hatalı kullanmayı sürdürürsek, antibiyotik “sevdamızı” terk etmezsek antibiyotikler bizi terk edecek.

Antibiyotikleri bu kadar bilinçsizce kullanmayalım. Lazım olabilir.