PROF. DR. SAYIN HAZIM GÖKÇEN’DEN ALINTIDIR.
Süt sığırcılığının amacı süt üretmek, aracı ise yavru elde etmektir. Çünkü, yavru olmayınca süt de olmaz. Süt sığırcılığının karlı olabilmesinin temel koşulları yılda bir sağlıklı yavru elde etmek ve 305 gün sürdürülebilir miktarda süt üretmektir. Bu koşulların sağlanabilmesi hiç kuşkusuz en başta Sürü Yönetimi İlkelerine sıkı sıkıya uyulmasına bağlıdır.
Almanya’nın Münih Veteriner Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışırken hocam Prof.Dr.W.Leidl’ın söylediği şu sözü hiç unutmam. Leidl bana ” Bir süt sığırı işletmesine girdiğinde önce sürü yönetimine bakacaksın. Eğer bu konuda bir eksiklik varsa o işletmede süt ve döl verimi düşer, mastitis ve buzağı ölümleri artar” demişti. Nitekim yıllar sonra büyük bir süt sığırcılığı işletmesine döl verimi düşüklüğünün ve buzağı ölümlerinin nedenlerini araştırmak için çağrıldığımda hocamın bu sözünün ne kadar da doğru olduğunu anladım. Büyük paralar harcanarak oluşturulan bu işletmeyi gezmeye başladığımda sürü yönetiminin son derece kötü olduğunu saptamıştım. En başta, işletmede buzağılarla ineklerin bir arada tutulduğunu, kaba yemlerin bozuk hatta küflü olduğunu, ineklerin açık gezme padogunun ve doğum locasının bulunmadığını görmüş ve normalin çok üstünde seyreden buzağı kayıpları ile çok düşük döl verimi oranlarının bunlardan kaynaklandığını anlamıştım. Beni en çok hayrete düşüren şey ise bakıcıların en hayati konularda bile bilgisiz olması idi. Neticede, tüm bu sorunların sürü yönetiminin kötü olmasından kaynaklandığı sonucunu çıkarmıştım.
Bu deneyimim sonrası gerek Yurt içinde gerekse Yurt dışında edindiğim izlenimler sürü yönetimi konusunda bende bir birikim oluşturdu. Örneğin 2000 yılında Amerikanın Süt Ülkesi olarak da tanımlanan Wisconsin Eyaletinde ziyaret ettiğim Expo 2000 Hayvancılık Fuarı, Wisconsin Üniversitesi Ziraat Fakültesinde katıldığım “Sütçü Sığırlarda Sürü Yönetimi Kursu ” ve bu arada gezdiğim onlarca süt sığırı işletmesinde edindiğim bilgiler bu birikimimi daha da geliştirdi. Sonuçta, Bereket Hayvancılık TV’de izlediğim değerli meslektaşım Tahir Yavuz’un pratiğe dönük açıklamalarından ve okuduğum son kitabından, yine Tarımalya’dan yayınlanan Sığır Davranışları adlı kitaptan edindiğim bilgilere kendi bilgilerimi de katarak hazırladığım sürü yönetimi konusundaki bir derlemeyi yararlı olacağı umuduyla siz meslektaşlarımın ve hayvan yetiştiricilerinin bilgilerine sunmak istedim.
SÜRÜ YÖNETİMİNİN ESASLARI
Döl verimi düzgün olan sütçü inekler bir yıllık yaşam sürelerinin iki ayı kuruda olmak üzere yaklaşık dokuz ayını gebelikle, iki ayını da doğumdan sonra lohusalıkla geçirirler. Bu arada kuru dönem hariç 305 gün yani yaklaşık on ay süt verirler. Her yıl bir yavru vermeleri istendiğinde ise yeniden gebe kalabilmeleri için sadece bir aylık süreleri kalır. Bu bilgilerin ışığında ineklerin bir yıllık yaşam sürelerini gebelik dönemi, kuru dönem, lohusalık dönemi ve gebe kalacakları dönem olmak üzere dört bölüm altında inceleyebiliriz. Bunlardan gebelik dönemi bir kez oluştuktan sonra fiziki nedenler ve genital enfeksiyonlar olmadığı taktirde büyük bir olasılıkla doğumla sonuçlanır. İşletmenin karlılığı, sürdürülebilir süt ve döl verimi açısından en önemli olan dönemler Kuru Dönem, Lohusalık Dönemi ve Gebe Kalacakları Dönemdir. Eğer bu dönemlerde sürü yönetimi ilkelerine uyulursa hem sürdürülebilir bir döl ve süt verimi hem de sürdürülebilir bir karlılık sağlanmış olur. Kısacası eğer süt sığırı yetiştiricileri sürdürülebilir bir karlılık elde etmek istiyorlarsa saydığım bu üç dönemde ineklerine büyük özen göstermek zorundadırlar.
KURU DÖNEM: Bir inek ya da düvenin doğumuna iki ay kala sütten kesilmesine Kuruya Çıkarma, bu döneme de Kuru Dönem adı verilir. Kuru Dönemi bir tarlanın nadasa bırakılmasına benzetebiliriz. Nasıl ki bir tarla nadasta gelecek ekim dönemi için kendini yenilerse inek de Kuru Dönemde benzer şekilde gelecek doğuma ve ardından da olası bir gebeliğe kendisini hazırlar. Kuru Dönem inek ya da düvenin doğumdan sonraki genel sağlığı, döl ve süt verimi için çok büyük bir öneme sahiptir. Kuru Dönemde inek ya da düveye gösterilecek özenin temelini doğru beslenme oluşturur. İnekler ve düveler doğuma 60 gün kala kendilerine verilen kesif yemin kesilmesi, suyun 1/3 oranında azaltılması ve süt sağımının durdurulması ile Kuru Döneme alınmış olur. Kuru Dönem beslemesinin temelini inek ya da düveyi şişmanlatmadan ya da zayıflatmadan ortalama bir kondisyonda doğuma hazırlamak ve doğum sonrası oluşacak hastalıklara karşı gerekli vitamin, mineral ve iz elementleri yeterince vermek oluşturur. Kuru Dönemde, yaklaşık on ay süren laktasyon boyunca tonlarca litre süt üretip yorulan ve yıpranan meme dokuları doğumdan sonraki yeni laktasyona hazırlık amacıyla onarılır ve yenilenir. Bu işlem Kuru Dönemin ilk 30 gününde gerçekleşir. Kuru Dönemin ilk 30 gününde yenilenen meme dokusu ikinci 30 gününde buzağı sağlığı için çok önemli olan ağız sütünü (kolostrumu) üretmeye başlar. Kuru Dönemde ineğin meme dokusuna verilecek ilaçlarla olası bir mastitis hastalığına karşı önlem alınırken, yapılacak aşılamalar ile yeni doğacak buzağıyı hastalıklara karşı koruyacak olan bağışıklık maddelerinin annede ve yavruda artması sağlanır. Kuru Dönemde aynı zamanda laktasyon süresince tonlarca yemi içinde parçalayan, eriten ve sonra da sindiren işkembe ve diğer mide bölümleri de kendilerini yeni laktasyon dönemine hazırlamak amacıyla dinlendirirler ve onarırlar. Bu arada sindirimi sağlayan faydalı bakterilerin de yeterli sayıya ulaşmaları sağlanmış olur. Ayrıca kuru dönemde işkembe gelecek laktasyon için ineğin ihtiyaç duyduğu kesif yeme uyum sağlar.
Kuru Dönem beslenmesinin esasını ana karnındaki yavrunun gelişmesini sağlamak ve inekleri şişmanlatmadan doğuma hazırlamak oluşturur. Kuru Dönem bakım ve beslenmesinin iyi olması doğum sonu ortaya çıkması olası hastalıklara da engel olur. Bu hastalıklar arasında güç doğum, döl tutmama, sonun atılamaması, ayakta arpalama (topallık), şirden(abomasum)’in yer değiştirmesi, ketozis, süt humması(doğum felci) ve karın şişmesi (asidozis) sayılabilir. Kuru Dönemin ilk 30 gününde ineğe sadece canlı ağırlığının %1′ i kadar büyük partiküllü kaba yem verilmelidir. Kaba yem olarak mısır silajının rasyondaki oranı %50 yi geçmemeli, baklagil kökenli kaba yemlerden kaçınılmalı, doğumdan sonra kaba yem olarak yonca otu verilecekse Kuru Dönemin ikinci yarısında da ineğe yonca otu verilmelidir. Kuru Dönemde rasyona A, D ve E vitaminleri ile selenyum ilave edilmelidir. Bu suretle buzağının yaşama gücü arttırılacağı gibi sonun atılamaması ve mastitis gibi doğum sonu hastalıklarının da önüne geçilmiş olur. Memenin yenilenmesi, yeterli kolostrumun üretilebilmesi, buzağının gürbüz ve sağlıklı olması açısından kurudaki ineklere doğumdan önceki son üç haftada ağırlıklarının %1 i oranında kesif yem verilmelidir. Yüksek kondisyonlu yani aşırı şişman inekler daha az yem tüketir ve doğumdan sonra metabolik hastalıklara daha sık yakalanır. O nedenle kurudaki inekleri normal kondisyonda bulundurmak gerekir. Bunun için de yüksek kondisyonlu yani şişman inekler ayrı bir bölmeye alınarak enerjisi düşük yemlerle beslenmelidir. Rasyonun potasyum düzeyi %1 in üstüne çıkmamalıdır. Yüksek potasyum ve magnezyum oranları kalsiyum emilimini ya da kemiklerden kalsiyum mobilizasyonunu arttırarak doğumdan sonra ineklerde doğum felcinin ortaya çıkmasına neden olur.
DOĞUM VE LOHUSALIK DÖNEMİ: İneklerde dokuz ay on günlük bir gebelik süresi sonunda doğum gerçekleşir. Doğumu yaklaşan inekler ayrı bir bölmeye alınmalı ve altlarına bol altlık serilmelidir. Doğum yeri temiz ve her türlü gürültüden uzak olmalıdır. Doğum, yavru zarlarının yırtılması ve gebelik sıvısının dışarı akması ile başlar. Normal bir doğumda yavrunun ön veya arka ayakları dışarı çıkar. Böyle bir durumda en fazla dört saat beklenmeli ve kesinlikle doğuma müdahale edilmemelidir. Ancak bu sürenin sonunda yetiştirici ineğin arkasını dezenfektan bir sıvı ile iyice yıkadıktan sonra eldiven takarak buzağının ayaklarını çekmek suretiyle doğuma müdahale edebilir. Buna rağmen yavru gelmiyorsa fazla zorlanmamalı derhal bir Veteriner Hekimine müracaat edilmelidir. Normal doğumda yetiştiricinin yapacağı ilk iş doğan buzağının ağzını ve burnunu temizleyip temiz hava almasını kolaylaştırmaktır. Daha sonra kuru bir bez ya da havlu ile buzağı kurulanmalı ve karnının 4-5 cm altından göbek kordonu temiz bir makasla kesilip içine tentürdiyot döküldükten sonra temiz bir iple bağlamalıdır. Buzağıya yapılacak en önemli iş doğumdan sonraki ilk iki saat içinde ağız sütü içirmektir. Eğer buzağı emiyorsa annesini emmeli, emmiyorsa ağız sütü lohusa inekten sağılıp yavruya verilmelidir. Annesini doğum sırasında kaybetmiş buzağılara ya yeni doğum yapmış başka bir ineğin taze ağız sütü verilmeli ya da önceden sağılıp dondurulmuş ağız sütü çözülüp ısısı vücut ısısına getirildikten sonra içirilmelidir. Ağız sütü ilk iki saat içinde en az iki litre ve ilk on iki saat içinde en az altı litre olarak hesaplanmalıdır. Ağız sütü verildikten sonra buzağı 12-24 saat içinde annesinden ayrılmalı ve takip eden 3-4 gün boyunca günde en az iki litre ağız sütü annesinden sağılarak buzağıya verilmelidir. Buzağılar daha sonra kendilerine ayrılmış kulübelerde ağırlıklarının %10’nu miktarındaki anne sütü ya da buzağı maması ile beslenmeli ve ikinci haftadan itibaren özellikle mide sisteminin gelişmesi için yavaş yavaş buzağı başlangıç yemine ve kaliteli kuru yoncaya alıştırılmalıdır. Buzağılara birinci haftadan sonraki on iki hafta boyunca 1.5-2.0 kilogram buzağı başlangıç yemi, üç aylık oluncaya kadar ise 600-700 gram buzağı büyütme yemi yedirilmelidir. Buzağıya yapılacak diğer önemli bir iş de doğduktan kısa bir süre sonra septisemi serumunun verilmesidir. Her ne kadar buzağı annesine kuru dönemde yapılan aşılardaki bağışıklık maddelerini göbek kordonundan ve doğumdan sonra ağız sütünden alırsa da doğar doğmaz çevredeki mikroplara karı dayanıksız olduğundan septisemi sonucu ishal olup ölebilir. Bir süt sığırcılığı işletmesi için buzağı en az süt kadar önemlidir. Yetiştiriciler sütten değil sadece buzağıdan kar ettiklerini söylerler. Onun için buzağı sağlığına özen gösterip doğduktan sonra ölmelerine izin verilmemelidir.
İneğe lohusalık döneminde çok büyük bir özen gösterilmelidir. Çünkü doğum sırasında büyük bir hormonal baskı altıda kalan ineğin bağışıklık sistemi ve metabolizması çökmüştür. Ayrıca doğum sonucu açılan genital kanal yoluyla mikropların rahime girişi kolaylaşır. Hele doğumdan hemen sonra başlayan yüksek süt verimi ineğin büyük oranda enerji sarf etmesine neden olur. Öte yandan, kuru dönem beslemesi iyi yapılamayan ineklerde çok sayıda hastalık ortaya çıkar. Tüm bu nedenlerden dolayı lohusa inekler enerjisi yüksek kaliteli kaba yemler ve kesif yemlerle beslenmelidir. Ancak bunu yaparken ineğin şişmanlamasına izin verilmemelidir. Şişman ineklerdeki yağlanma hormonal faaliyetlerde azalmaya neden olur. Lohusa inekler dış mikroplara karşı hassas olduklarından ahırda dezenfeksiyona önem verilmeli ve koruyucu aşılamalar bu dönemde yapılmalıdır. Doğum sonu ortaya çıkması olası hastalıklardan biri olan sonun atılamaması ineğin kuru dönem beslenmesinin iyi olmamasından ve başta brusella olmak üzere kimi enfeksiyon hastalıklarından kaynaklanır. Doğum yapan ineğin sonunu ilk sekiz satte atması gerekir. Eğer bu süre içerisinde inek sonunu atmazsa bir Veteriner Hekime başvurulmalıdır. Doğum sonrasında görülen asidoz, ketozis, doğum humması gibi metabolizma hastalıklar rumen hareketlerini ve geviş getirmeyi yavaşlatarak ineğin yemden yararlanmasını azaltır ve doğal olarak süt verimini düşürür. Geviş getirmek inekler için son derece önemli fizyolojik bir faaliyettir. Sağlıklı inekler günün yaklaşık %82’sini yatarak, bu sürenin yaklaşık yarısını da geviş getirerek geçirirler. Ayakta duran ve geviş getirmeyen ineklerde mutlaka bir metabolik hastalık var demektir.. Aynı şekilde laminitis denilen ayak hastalığı ve mastitis denilen meme iltihabı da doğumdan sonra sık rastlanan hastalıklardandır. Özellikle mastitis doğrudan süt verimini ilgilendirdiği için İşletme açısından büyük bir önem taşır. Mastitiste korunma çok önemlidir. Memeler bir kez hastalandıktan sonra tedavileri uzun sürer, pahalıya mal olur ve çoğu kez de tedaviden olumlu sonuç alınmayabilir. Onun için elle ya da makina ile yapılan sağımda temizliğe çok dikkat edilmelidir. Sağımdan önce memeler ıslak havlularla silindikten sonra iyice kurulanmalı ve meme uçları mutlaka ilk daldırma adı verilen antiseptik solusyona batırılmalıdır. Meme başında mikrop girişini engelleyen iki mekanizma vardır. Bunlardan birisi meme başını büzen ve sadece emme ya da sağım sırasında açılan büzücü kas sistemi diğeri de meme ucu deliğini tıkayan keratin tıkaçtır. Emme ya da sağım sırasında ineğin salgıladığı oksitosin hormonu büzücü kasları gevşeterek meme ucu deliğini açar, keratin tıkaç ta bu esnada erir. Sağımdan sonra keratin tıkacın tekrar oluşması yaklaşık yarım saatlik bir süre alır. Bu nedenle ineklerin memesini sağımdan sonra meme ucunu bir zar gibi kaplayarak mikrop girişini engelleyen ikinci bir daldırma sıvısına batırmak gerekir. Bu zar deliği kapayarak yarım saat içinde meme ucundan mikrop girişini engeller. Bir başka önlem olarak da, sağımdan hemen sonra ineklere yem verilmeli, bu suretle ayakta kalıp memelerinin gaita ile bulaşması önlenmelidir. Yetiştiriciler zaman zaman renkli bir cama sütü sağıp akışkan olup olmadığına bakmak suretiyle mastitisi önceden teşhis edebilirler. Eğer süt koyulaşıp akışkanlığını kaybetmiş ya da pıhtılaşmışsa somatik hücre sayısının arttığı anlaşılır ve dolayısıyla mastitisten kuşkulanılır. Ayrıca Kalifornia Mastitis Test denen ve dört bölmeden oluşan bir kabın her bir bölmesine bir loptan sağılıp üzerine özel renkli sıvısı dökülerek gerçekleştirilen bir test sonucunda sütün durumuna bakarak ta mastitis teşhis edilebilir. Burada da sütün akışkanlığının azalması ve pıhtılaşması mastitisi belli eder. Son zamanlarda mastitise karşı geliştirilen aşılardan olumlu sonuçlar alındığı da bildirilmektedir.
Lohusalık hormon faaliyetleri açısından da tam bir dinlenme dönemidir. Doğum sırasında hormonlar yoğun olarak çalıştıklarından dolayı normale dönebilmeleri için belli bir zamana ihtiyaçları vardır. Zaten lohusalık döneminde inekler enerjilerinin büyük bir kısmını süt üretimi için harcadıkları için hormonların salgılanmasında da kimi aksaklıklar ortaya çıkar. Bu nedenle kızgınlık oluşsa bile dıştan fark edilemeyecek kadar zayıftır. Ayrıca gebelik esnasında hacmi olaganüstü artan rahimin tekrar eski haline dönebilmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. İşte bu nedenlerden dolayı doğumdan sonraki iki aylık lohusalık dönemi boyunca inek kızgınlık gösterse bile tohumlanmaz.
Lohusalıkta ortaya çıkan sorunların en önemlilerinden birisi de döl tutmama sorunudur. Doğumla birlikte dış etkilere açık hale gelen genital kanala mikropların girişi ve rahimin iltihaplanması kolaylaşır. Rahimi iltihaplı olan inekler başarılı olarak tohumlansalar bile oluşacak embriyo iltihaplı rahime tutunamayacağından gebelik meydana gelmez. Ayrıca lohusalıkta ineğin enerjisinin büyük bir bölümünü artan süt verimi için harcamasından dolayı ortaya çıkan enerji eksikliği de hormonal yapıyı bozarak gebeliği engeller. İki üç kızgınlıkta tohumlanıp gebe kalmayan ineklerde iki gebelik arası süre uzayacağından yılda bir yavru alınamaz ve bunun sonucunda da işletmede karlılık azalır. Ülkemizde bu nedenle her yıl bir yavru değil üç yılda iki yavru ancak alınabilmektedir.
GEBE BIRAKMA DÖNEMİ: İneklerin yaşamında kuru dönem de dahil dokuz aylık gebelik dönemi ve iki aylık lohusalık döneminden sonra yılda bir yavru elde etmek için bir aylık bir süre kalır ki bu döneme Gebe Bırakma Dönemi ya da Servis Periyodu adı verilir. Lohusalık döneminde ineklerde kızgınlık oluşabileceğini ancak yüksek süt verimi nedeniyle gizli kalacağını söylemiştik. Zaten kızgınlık belli olsa bile lohusalık döneminde henüz uterus normale dönmediği için inek tohumlansa da gebe kalmaz. O nedenle, ineği gebe bırakma işlemi lohusalıktan sonraki bir aylık dönemde yani doğumdan sonraki üçünçü ay içerisinde gerçekleştirilmelidir.
Süt sığırcılığı işletmelerinde temel amacın süt üretmek olduğunu ancak bunun yavru varsa mümkün olabileceğini belirtmiştim. İşte süt veriminin aracı olan yavrunun elde edilmesi de tohumlama ya da çiftleşme ile mümkün olabilir. Günümüzde artık neredeyse her işletmede kullanılan sun’i tohumlamanın başarılı olmasının yani ineğin gebe kalmasının tek koşulu kızgınlığın doğru tespiti ve tohumlamanın zamanında yapılmasıdır. İneklerde kızgınlık ya da halk arasında boğasaklık olarak tanımlanan dönem diğer hayvan türlerine göre çok kısa sürer. Yani inek tohumlanmaz ya da tohumlanır da gebe kalmazsa her 21 günde bir boğaya gelir ve boğasaklık süresi ortalama 18 saat devam eder. Gebelik dikkate alındığında inekler kızgınlık yönünden şanssız hayvanlardır. Bir kere normalde kızgınlık süresi kısadır. İşin kötüsü süt verimi arttıkça bu süre daha da kısalır ve 4 saate kadar düşer. İneklerde kızgınlığın tespitindeki diğer önemli bir zorluk da kızgınlığın diğer tüm organ faaliyetlerinin yavaşladığı gece yarısından sabaha kadar olan zaman diliminde gerçekleşmesidir. Bu durum gözlem suretiyle yapılacak kızgınlık tespitini zorlaştırır. Tüm bu sakıncalara rağmen ineklerin serbest dolaşımlı ahırlarda bakılmaya başlanması ile kızgınlık tespiti bir hayli kolaylaşmıştır. Bağlamalı sistemde inekler kızgınlığın en önemli belirtisi olan atlama refleksini gösteremezler. Oysa serbest dolaşımlı sistemde biri birinin üzerine kolaylıkla atlayarak kızgın olduklarını belli ederler. İneklerde kızgınlığın en önemli belirtisi kızgın ineklerin biri birinin üzerine atlamasıdır. Burada atlayan inek şüpheli üstüne atlandığında kaçmayarak atlamaya izin veren inek ise kesin kızgın sayılır. Bu eylemden yola çıkarak kızgınlık tespit yöntemleri geliştirilmiştir. Özellikle A.B.D’de sıkça başvurulan yönteme göre kayıtlara bakılarak kızgınlığının yaklaşmakta olduğu saptanan ineklerin kuyruk sokumunun üzerine yani sağrı bölgesine özel boyalar sürülür. Sabah boyalı inekler incelediğinde boyası silinmiş olanlar kızgın kabul edilir. Boyanın silinmesi başka bir ineğin atladığı ve kızgın ineğin de kaçmadığı anlamını taşır. Böyle inekler hemen sürüden ayrılıp tohumlaması yapılmak üzere Veteriner Hekimine baş vurulur. Bu yöntemin dışında ineğin vulvasının şişkin ve kızarık olması, vulva dudakları arasından halk arasında çara adı verilen berrak, temiz, ipliksi bir akıntının gelmesi, ineğin böğürmesi, sütünü ve yemini azaltması, sinirli olması, daha az geviş getirmesi, sürekli ayakta durması, başka inekleri yalaması gibi belirtiler de kızgınlığın tesbiti adına gözlem yoluyla ortaya konabilecek hususlardır. İneklerin kızgınlığını tespit edecek olanlar hayvan sahipleri ve bakıcılardır. O nedenle hayvan sahipleri ve bakıcıların bu konuda yeterli bilgi ve deneyime sahip olmaları gerekir. Bu konuda özellikle hayvanlara bakan kadınlara büyük görev düşmektedir. Onun için kadınlar başta olmak üzere hayvan sahiplerinin ve bakıcıların mutlaka kızgınlığın tespiti konusunda eğitilmeleri gerekir.
SPERMA SEÇİMİ: Tohumlamada kullanılacak boğa spermaları çokluk yetiştiricinin talebi üzerine Veteriner Hekimi tarafından seçilmektedir. Burada rol oynayan temel unsur spermanın fiyatıdır. Yetiştirici ineğim gebe kalsın da sperma kalitesi ne olursa olsun diye düşünmektedir. Oysa fiyat bu konuda en son dikkate alınacak hususlardan birisidir. Örneğin 305 gün sağılan ve günde ortalama 30 litre süt veren bir ineğin 5 günlük yani 150 litrelik sütünün fiyatı olan 150 lira ile kaliteli bir boğanın sperması rahatlıkla satın alınabilir. Geriye daha sütün değerlendirileceği 300 laktasyon günü kalır. Spermanın seçimi bir süt sığırı işletmesi için çok büyük bir önem taşır. Hiç kuşkusuz yavru dolayısıyla süt verimi de önemlidir ama sürünün arzu edilmeyen özelliklerinin ayıklanması ya da arzu edilen özelliklerin sürüye dahil edilmesi adına uygun spermanın seçimine de gereken önceliğin verilmesi gerekir. Örneğin güç doğum oranı, meme ve meme uçlarının yapısı, ayak ve tırnak yapısı, sağrının düz olması, meme aynasının genişliği, süt yağı oranı gibi boğanın pedigrisinde yer alan 17 karakterden, yetiştirmenin yönü dikkate alınarak tercih edilen özellikleri taşıyan spermalar seçilmelidir. Yetiştirici sperma seçerken mutlaka Veteriner Hekimine danışmalı ve ondan sonra karar vermelidir. Yoksa sadece spermaya ödeyeceği parayı düşünürse sürüsünde genetik bir ilerleme ve üstün süt verim sağlayamaz.
BARINAK: Süt sığırcılığında barınak olarak son 30-40 yıl öncesine kadar hep kapalı ahırlar kullanılmakta idi. Özellikle küçük aile işletmelerinde mevcut olan 10-15 inek, buzağı ve danaları ile birlikte dam denilen izbe, karanlık, küçük pencereleri bile kışın naylonla kapatılmış yerlere konulurlar ve orada beslenirlerdi. Yoğun metan ve amonyak gazı soluyan inekler, danalar ve buzağılar her türlü hastalığa o arada da en çok üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanırlardı. Günümüzde bu tür ahırlar halen kullanılmakta ise de sayıları bir hayli azalmıştır. Bugün hayvancılık açık ve yarı açık barınaklarda yapılmaktadır. Genellikle besi sığırcılığı açık barınaklarda, süt sığırcılığı da yarı açık barınaklarda icra edilmektedir. Yetiştiricilerimizde hayvan üşür diye yanlış bir inanış vardır. Oysa yabani hayvanlara bakıldığında en ağır kış koşullarında bile üşümedikleri görülür. Çünkü üzerilerinde kalın bir deri, bu derinin altında onları soğuktan koruyan yağ tabakası, üstünde de tüyler vardır. Asıl tehlike hayvanın hava cereyanında kalmasıdır.
Sığır besiciliğinin açık barınaklarda yapıldığını söylemiştik. Bu barınaklar etrafı hayvanın sağrı yüksekliği hizasındaki demir direklerle çevrilmiş ve birkaç bölmeden oluşan padoglardır. Bu barınakların üstü ve yanları tamamen açık olup sadece yemliklerinin üzerinde yağmura ve güneşe karşı hayvanları koruyan ve yemin ıslanmasını önleyen eğimli sundurmalar bulunur. Yemlik, suluk ve sundurma her bölüm için ayrı yapılmalıdır. Bölümlerin amacı farklı besi dönemlerindeki hayvanların ayrı bölümlere konulması zorunluğundandır. Bölümlerin kenarlarında ya da ortalarında otomatik suluklar bulunur. Açık barınakların alanı hayvan başına 20 metre kare olarak hesaplanmalıdır. Bu tür barınakların zemini genellikle sıkıştırılmış topraktan ve yağmur sularının ve idrarın rahatlıkla akabilmesi için de eğimli olarak yapılmalıdır. Açık besi barınaklarının bir çok yararı vardır. Bunların başında hayvanların temiz hava almaları gelir. Temiz hava alan hayvanlar solunum sistemi hastalıklarına kolay kolay yakalanmazlar. Ayrıca, temiz hava ve sürekli hareket hayvanların metabolizmalarını düzenleyeceğinden yemden yararlanma yani yemi ete çevirme kabiliyetleri de bir hayli artar. Açık sistemin bir önemli yararı da sürekli hareket halinde olan hayvanların ayak hastalıklarına daha az yakalanmalarıdır. Ayrıca açık sistemde inşaat giderleri çok az olduğu gibi işçilik masrafları da minimum düzeydedir. Tek bir sakınca olarak söz edilen hayvanların kışın soğuk havalarda fazla yem tüketmesi ise yararları yanında çok önemsiz kalır. Ülkemizin hemen her bölgesinde açık besicilik yapılabilir.
Süt sığırcılığının daha çok yarı açık barınaklarda yapıldığını söylemiştik. Bu tür barınaklar günümüzde çok yaygınlaşmıştır. Bu barınakların üzeri kapalı olup sağlı sollu iki bölümden oluşur. Her iki bölüm arasında bir taraktörün ve yem dağıtım aracının geçebileceği kadar açıklık bulunmalıdır. Bölümlerin yan tarafları yazın tamamen açık olmalıdır. O nedenle yan taraflarda bir duvar değil de açılıp kapanan perde benzeri bir düzenek kurulmalıdır. Bu perdeler kışın ve rüzgarlı havalarda hayvanların sağrıları hizasına kadar kapatılır. Açık barınaklarda olduğu gibi yarı açık barınaklarda da inekler temiz hava aldıkları için bağışıklık sistemleri güçlü olur ve solunum yolları enfeksiyonlarına daha az yakalanırlar. Ayrıca temiz hava ineklerin metabolizmalarını da hızlandırır. Yarı açık barınaklarda hayvan serbest olarak dolaştığı için ayak hastalıkları da az görülür. Yine serbest dolaşan ineklerin biri birleri üzerine atlamaları kolay olacağından kızgınlık tespiti daha kolaylıkla ve doğrulukla yapılabilir. Yarı açık barınaklarda hayvanlar her ne kadar serbest dolaşıyorlarsa da her ineğin yatacak bir yeri bulunmalıdır. 100-110 cm eninde ve 210-220 cm boyunda olan bu yatma yerleri genellikle kumdan veya talaştan bir altlıkla kaplanır. İnek yemini yedikten sonra yatma yerine gelip bir yandan yatar bir yandan geviş getirir. Sağlıklı inekler günlük yaşamlarının % 82’sini yatarak, yatma süresinin yarısını da geviş getirerek geçirirler. Yem yeme, sağım ve su içme dışında ayakta olan ve geviş getirmeyen ineklerde bir sorun var demektir. Yarı açık barınaklarda sıcağa karşı özellikle yemliklerin üzerine vantilatör ve duşlar yerleştirilmelidir. Yemlik demirlerinin kilitli olması arzu edilir. Yemlenmeye geldiklerinde kilitlerde zapt edilen ineklere küçük operasyonlar, koruyucu aşılamalar ve sun’i tohumlama gibi uygulamalar daha kolaylıkla yapılabilir. Yarı açık barınaklar da inşaat maliyeti ve işçilik giderleri bakımından çok ekonomiktir.
STRES YÖNETİMİ: Süt ineklerinde stres doğurarak süt ve döl verimini olumsuz etkileyen çok sayıda faktör vardır. Bu faktörlerden en önemlilerini çevre ısısı, barınak içinde yer değiştirme, nakliye ve yem değişikliği olarak sıralayabiliriz. Yüksek çevre ısısı süt ineklerini etkileyen en önemli faktördür. İnekler 3-21 santigrad derecelerde rahat ederler ve çevre ısısı 22-24 santigrad dereceleri geçtiğinde ise strese girerler. Strese giren ineklerde yem tüketimi azalır, geviş getirme yavaşlar, vücut ısısı yükselir, süt ve süt yağı verimi düşer, asidoz hastalığı ortaya çıkar ve döl verimi aksar. Isı stresine karşı en iyi önlem özellikle yemlikler üzerine monte edilecek otomatik soğutucu fanların çalıştırılması ve duş sistemi ile 15 dakikada bir 30-45 saniye süreyle ineklere duş yaptırılmasıdır. Diğer önemli bir stres faktörü de nakliyedir. Özellikle işletmeye yeni katılan ineklerde stres nedeniyle öksürük olaylarına sık rastlanır. İneklerin barınak içinde yerlerinin değiştirilmesi de önemli bir stres kaynağıdır. Yem değişikliği ve boş yemlik inekleri strese sokar. Yemliklerde sürekli yem bulunması ve ineğin istediği zaman yem yiyebilmesi stresi azaltır. İneklerde stresin iyi yönetilebilmesi en başta strese yol açan faktörlerin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Günümüzde hayvancılığın en önemli konularından birisi olan hayvan refahı olgusuna gerekli özen gösterilirse hayvanların strese girmeleri önlenmiş olur.
KAYIT TUTMA: Kayıt tutmak bir süt sığırcılığı işletmesinin en önemli işlevlerinden biridir. Günümüzdeki bilgisayar teknolojileri kayıt tutmayı son derece kolay hale getirmiştir. Süt inekleri ile ilgili olarak tutulacak kayıtların başında pedigri bilgileri gelir. Bir ineğin ikinci ve üçüncü kuşak ebeveyninin çok iyi bilinmesi gerekir. Çünkü sürekli aynı boğanın sperması ile tohumlanan ineklerde genetik kusurlar ortaya çıkmaktadır. Pedigri kayıtları düzenli tutulursa spermayı değiştirmek suretiyle bu hatadan kaçınılmış olur. Kayıtı tutulacak diğer özellikler arasında kızgınlık, tohumlama ve doğum tarihleri, güç doğumlar, ineğin tohumlandığı spermanın özellikleri, ineğin geçirdiği hastalıklar, bu hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar, ineğe yapılan operasyonlar sayılabilir. Ayrıca günlük süt verimleri, bakteri ve somatik hücre sayıları, süt yağı oranları da kaydedilmelidir. Bilgisayardan yararlanılamadığı hallerde her ineğe bir kart açmak suretiyle de kayıt tutulabilir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan elektronik çipler hayvanların çeşitli özelliklerini kaydetme bakımından kolaylık sağlamaktadır. Sağım sırasında bu elektronik çipler vasıtasıyla süt verimi, somatik hücre sayısı ve kızgınlık durumu gibi özellikler otomatik olarak kaydedilmektedir. Öte yandan, bazı bigisayar programları barınaktaki ineklerin hareketlerini, topluca ya da ayrı duruşlarını , yatıp yatmadıklarını ve her türlü davranışlarını ekrandan izlemeye ve bu davranışlardan sonuç çıkarmaya olanak vermektedir.