Süt sığırcılığı sektörü her beş yılda bir büyük krizlerle karşılaşıyor. Demek ki; bile bile lades! Olan bitenden ders alınsa tarih bu kadar sıklıkla “tekerrür” etmezdi.
Yine de, madem bu konu sıklıkla gündeme geliyor, bazı çareler üretilmesi, üzerinde düşünülmesi gerekir.
ABD’de bu çarelerin yer aldığı MILC ile ilgili konuyu bir yazımda ele almıştım. Avrupa’da ise kriz dönemlerinde süt sığırcılığı yapanlar kendilerine çare olabilecek çözümleri üretmeye çabalıyorlar.
Hiçbir kimse veya kuruluş “sütte kriz olmayacak” tarzında bir garanti vermiyor. Dünya’da tek başımıza değiliz. Her gelişme bizi de etkiliyor.
Bugünlerde yine bir krizle karşı karşıyayız. Çeşitli çözüm önerileri gündeme geliyor. Fazla sütün süttozu haline getirilmesi, Afrika ülkelerine, özellikle açlık çeken ülkelere süt tozu olarak veya başka şekillerde, örneğin mamul olarak gönderilmesi, böylece süt fazlasının piyasadan çekilmesi öneriliyor. Diğer önerilerden biri de okul öncesi çağdaki çocuklara ücretsiz süt dağıtılması. Yani; İzmir?de yapılan uygulamanın yaygınlaştırılması önerilmektedir.
İlk düşünülmesi gereken buraya nasıl geldiğimizdir. Bunu bizim sürekli üzerinde durduğumuz “Koruyucu Hekimlik” uygulamalarına benzetiyorum. Hastalığın ortaya çıkmasını önlemek her zaman en iyisidir.
Yukarıda sayılan önlemler üzerinde tartışılıp, kararlar alınana ve yürürlüğe konulana kadar zaten iş işten geçiyor. Zarar ateşten gömlektir. Dayanamayan çiftçiler ya ineğini kestirir, ya da ineğin yeminden, desteklerinden, aşılarından tasarruf etmeye kalkar. Her iki yöntemin de sonuçları acı olur. Krizler birbirini izleyerek sürer gider.
Yurtdışındaki sistemlere baktığımızda ABD’nin uyguladığı Milk Income Lost Contract ( MILC= Süt Gelir Kaybı Sözleşmesi) gayet iyi bir sistem olarak benimsenebilir.
Avrupa’da sütçü sığır işletmeleri sütü doğrudan mayalayarak, ek bir masraf yapmadan, pastörizasyon için enerji sarf etmeden peynir yapıp, satabiliyorlar. Bu yöntem ne yazık ki; tüberküloz ve bruselloz hastalıkları yüzünden ülkemizde uygulanabilecek bir yöntem değildir. Diğer yandan bu hastalıkların varlığı sebebiyle yasal olarak da mümkün görülmemektedir. Peynir yapmak mümkün olsa bile, bir ürünü üretmek kadar, pazarlamak da gerekir. Bu peynirler nerede, nasıl satılır? Satmak, pazarlamak ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkar.
Avrupalı üreticinin kendisi için ürettiği çare, bizim için çare değildir.
Sürü sahipleri çare olarak, kriz dönemlerinde kullanmak üzere kendilerine, bir “Kriz Fonu” oluşturabilirler. Teorik olarak doğru gibi görülse de pratikte, olabilecek bir şey değildir. Kişisel olarak böyle bir yöntemin benimseneceğini sanmıyorum. Geriye bu “Kriz Fonu” nun kurumsal olarak oluşturulması yöntemi kalıyor. Birlikler, belki kooperatifler veya Tarım Bakanlığı bu konuda fon oluşturma yoluna gidebilirler. Tabii süt destekleme fonu veya benim kısaca söylediğim gibi “Kriz Fonu” bir yönetmeliğe dayanmalı, fonda biriken paranın harcanması koşulları listelenmelidir. Kriz ne yazık ki oluyor. Ya olmazsa! O zaman fondaki para süt tanıtımında kullanılabilir. Ama; gelirleri listelenmiş, kullanımı belirlenmiş, başka amaçla kullanımı engellenmiş, süt üreticisinin yararına oluşturulan bir fon kurulması düşünülse fena olmaz. Üreticinin yaşamını sürdürmesi, işletmesinin devamlılığını sağlaması, süt hayvancılığının geleceğinin garantisi için böyle bir fon üzerinde görüş alışverişine, zaman geçirilmeden, başlanmalıdır.